Horoskopta Nerdeyim? Alt Kişiliklerin Gizemi
Kişiliğin tam olarak ne olduğu sorusu, psikologları oldukça zorlayan bir sorudur. Kişi, kişilik ve kimlik gibi kelimelere karşılık olarak ortaya konan tanımlar, bir psikoloji ekolünden diğerine farklılık gösterir. Bu üç kavramı öğrenmek için genel bir psikoloji ansiklopedisini açtığımda, tek tek hiçbiri için tanım bulunmadığını gördüm. Sonunda "kişilik teorileri" başlığı altında şöyle bir tanım buldum: "Kişinin, içinde bulunduğu çevreye uyum sağlama sürecinde ortaya koyduğu özellikler kalıbı ve davranış biçimleri; en genel özellikler, ilgiler, değerler, davranışlar, kendini ifade, yetenekler, davranış kalıpları ve duygusal kalıplar." Bu tanıma göre kişilik öyle geniş bir terim ki insanla ilgili neredeyse herşeyi kapsıyor.Şurası kesindir ki psikoloji dünyası, bu alanda uğraşanların çoğunluğu tarafından kabul gören bir kişilik modelini henüz yaratabilmiş değildir. Kişilik öyle geniş bir kavramdır ki, bu yüzyıl içinde parlamış olan pek çok psikoloji ekolü bu kavramın ancak küçük birer parçasını görebilmişdir. Bu durum, fil ile kör adamların hikayesini anımsatıyor: körlerden herbiri filin bir parçasını tutarak onu tanımlamaya çalışır ama hiçbiri bütünü göremediğinden, filin ne olduğuyla ilgili görüşleri de birbiriyle çelişik görünür. Freudcular "ego", "süperego" ve "id"i görüyorlar. Jungcular "gölge", "persona", "anima" ve "animus"u görüyorlar. Diğer psikoloji ve psikoterapi ekolleri de "eleştirici baba"lar, "içe-atılmış anne"ler, "şartlanmalar", "çoklu kişilik"ler ve daha pekçok şey görüyor. Bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla kişiliğin ölçülebilen unsurlarını tayin etme çabasından bir ölçüde usanmış olan çoğu psikolog ve psikoterapist, teori değil pratik üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır.
Bununla birlikte, görünüşe göre çoğu psikoloji veya psikoterapi dalının ortaklaşa kabul ettiği bir fikir vardır ki, o da kişiliğimizin pek çok parçaları -altkişililerimiz- olduğudur. Teklik, mutlaklık kavramlarını öne çıkaran batı dünyasının genel eğilimine ters düşüyor olsa da, psikoloji alanındaki bulgular, hepimizin aslında birkaç farklı altkişiliğin bileşimi olduğumuzu düşündürüyor. Burdan çıkan sonuç, kişiliğin en ideal olarak, birden fazla kişiliğin bir bileşimi olarak tanımlanması gerekişidir. Bu farklı altkişiliklerin etkileşimine "iç diyalog" denebilir. Modern psikoterapinin, bu iç diyalogdaki gedikleri kapatma işiyle uğraştığı söylenebilir. Peki, horoskop dediğimiz şey de, her biri kişiliğimizin ayrı bir kısmını sembolize eden gezegenlerin bir haritası, yani kişiliğimizi yansıtan bir yol haritası değil midir zaten?
Astrologlar için doğum anı horoskobu, altkişiliklerimizin, yani iç diyaloğumuzun bir haritasıdır. Herbir gezegen, tek başına ya da diğerleriyle birlikte konuşan altkişiliklerimizin sesidir. Gezegenlerin yerleşimi, kimi uyumlu kimi gergin olan kişilik özelliklerimizi yansıtır. Astrologlar "biz kimiz?" sorusunu, bireyleşmiş pek çok parçamızın birer tanımıyla cevaplarlar. Hiçbir astrolog bir insanı bir ya da iki cümleyle özetleyemez, çünkü biz aslında pek çok parçanın sürekli değişen karışımlarıyız.
Şimdi bunun nasıl gerçekleştiğine biraz daha yakından bakalım. Güneş ve Mars herkesin haritasında erkeksi altkişiliklerdir. Eğer bu ikisi birbiriyle uyumluysa, güçlü, mücadeleci ve iddialı bir erkek altkişiliği ortaya çıkabilir. Ay ve Venüs dişi altkişiliklerdir ve birbiriyle uyumlu olduklarında çok huzurlu bir edilgenliği, alıcılığı ve bir duygular dünyasını yansıtırlar. Eğer horoskopta bu erkek ve dişi altkişiliker arasında çelişmeler varsa, kişiliğin içinde, herbiri kendi ihtiyacını elde etmek için uğraşan iki zıt altkişiliğin olduğu söylenebilir. Çoğu durumda böyle bir iç çelişki, insan ilişkilerinde ve evlilikteki problemleri yansıtır. Yani iç dünyada çelişki yaşayan kişilik, bu çelişmeyi bir şekilde dış dünyada da ortaya koyar. Eğer altkişiliklerimizi birbirleriyle uyumlu hale getirmeyip oldukları gibi bırakırsak, bu çelişme kendini dışa doğru da ifade edecektir.
Psikoterapistler ebeveynle çocuk arasındaki çözülmemiş bir uyumsuzluktan söz ettiklerinde, doğum haritasındaki gergin bir yerleşimin dışavurumundan bahsetmektedirler. Örneğin Satürn-Mars karesiyle doğan bir kişi, farklı yönlere doğru ilerlemeye çalışan iki altkişilikle yaşamaktadır. Satürn babanın, otoritenin, sorumluluğun, ödevin ve kendini-kontrolün sesidir; Mars ise tekbaşınalığın, kişisel arzu ve dürtülerin. Bu iki altkişilik birbirlerinin aksine çalıştıklarında pek çok problemin ortaya çıkması mümkündür. Eğer kişi, şahsi ihtiyaçları ile (Mars) dışardan kaynaklanan sorumlulukları (Satürn) uzlaştırmayı imkansız görüyorsa içsel olarak bölünür ve sonuç, birbirinden tamamen farklı ve uyumsuz iki altkişiliktir. Bu iki altkişilikten herbiri belirli durumlarda güce sahiptir yani öne çıkabilir, ancak diğer pek çok durumda söz konusu çelişki bunu imkansız kılar.
Bazen bir altkişilik çok yüksek sesle konuşur ve iç diyaloğun uyumunu bozar. Eğer bu ses kişiliğin geri kalan parçalarının oluşturduğu hattın dışındaysa, bu durum gerçek bir sorun teşkil edebilir. Fakat eğer horoskopta yönetmesi gereken bir gezegen varsa, o da muhtemelen Güneş olmalıdır. Onun sesinin yüksek ve açık bir şekilde duyulması gerekir, çünkü o horoskopta, tıpkı Güneş sistemindeki gezegenleri kendine çekip uzaya dağılmalarını önleyen Güneş gibi diğer tüm altkişilikleri birarada tutar. Bu yüzden Güneş'imizi, onun burcunu, açılarını ve ev yerleşimini herşeyden önce incelemeliyiz. Güneş erkeksi bir altkişilik olduğundan, pek çok geleneksel kadın ondan huzursuzluk duyar; çünkü onlar "hanımefendi" olmak için yetiştirilmişlerdir ve bu altkişiliğin işlevini bir erkeğe teslim ederler. Bu, insanın kendine ait bir altkişiliği dış dünyadaki birine yüklemesidir. Fakat günümüzde insanlar birey olabilmek ve kişilik özelliklerini başkalarına yüklemeye bir son vermek için her zamankinden daha fazla çaba sarfediyorlar. Hayatının merkezine bir erkeği koyan ve mesleki başarılarla kendilerini bulmaya çalışan pek çok kadın, kaçınılmaz olarak sorunlarla karşılaşıyor. Dış dünyayla ilişkilerini hem kendi başına yönetmek isteyip hem de bunu kendisi için bir başkasının yapmasını beklemek birbiriyle çelişen şeylerdir. Bu insanlar bir geçiş neslinin parçasıdırlar ve Güneş'lerinin tam sahipliğini ancak geleneksel yolları bilinçli bir şekilde redderek elde edeceklerdir. Güneş güçtür. Kendi gücünüzü bilmek için kendi biricik Güneş'inizi bilmeli ve o olmalısınız.
Ay, dişi altkişiliklerimizden biridir ve kadınların Güneş konusunda yaptıkları hatayı erkekler de Ay konusunda yapmakta, yani Ay'ın işaret ettiği konuları içselleştirmeyip bunları hayatlarındaki kadına bırakmaktadırlar. Fakat herkesin haritasında bir Ay vardır ve tam bir birey olabilmek için, erkekler kendi Ay'larını kabul ve hissetmelidirler. Neyse ki günümüzde erkekler, tıpkı kadınların Güneş'le ilgili olarak yaptıkları gibi, kendi Ay'larıyla ilgilenmekte, onun işaret ettiği temaları sahiplenmektedirler. Astroloji'nin güzelliklerinden biri de şudur ki, Ay'ın çeşitli burç, ev ve açılardaki sayısız yerleşimi dolayısıyla, herbir bireyin duyguları ve hassasiyetleri, tamamen orijinal (kendine özgü) olarak nitelendirilebilir. Duygular dünyasında sizin için neyin doğru ve normal olduğunu anlamak oldukça önemli ve rahatlatıcıdır. Bazı insanlar, yakından tanıdıkları kişilere karşı yoğun duygular beslerken, kimilerinin de, çok yakından tanımadıkları diğer bazı insanlara, hatta başka varlıklara karşı derinden bir duygu yönelimi olduğu görülür. Bir bireyin duygusal yöneliminin özellikleri, Ay'ın horoskoptaki konumundan, yani "Ay altkişiliğimizden" anlaşılır.
Aslında Ay, biyolojik olarak hayatta kalma ihtiyacıyla ilişkilidir. İçine girdiğimiz hayat deneyimi için gereken gıdayı almak ve bunu sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz bilinçaltı fonksiyonlarımızı sembolize eder. Dolayısıyla da temelde analitik değil reaktif bir olgudur. Ay'ı gergin bir yerleşime sahip kişilerin Ay'ın yansıttığı konularda güçlü, oldukça irrasyonel (mantık-dışı) bir altkişilik oluşturmaları olasıdır. Bunun yanında güçlü bir Merkür'leri varsa son derece rasyonel görünen bir yönleri de olabilir. Ve eğer Merkür ve Ay arasında da bir açı meydana gelmişse, bu durumda bu kişilerin hayatta kalmaya ilişkin ihtiyaç ve tepkileriyle ilgili olarak bilinçaltı seviyesinde meydana gelen algılarını rasyonelize edebilme (mantık çerçevesine koyma) yetenekleri olabilir. Tabii başka insanlar bu durumu "söylediği başka, yaptığı başka" (bölünmüş kişilik) şeklinde bir tutarsızlık olarak yorumlayabilirler.
Yükselen burç, bütün doğum haritalarının güçlü bir parçasıdır ve genellikle kişiliğin en bariz, dışarıya en kolay yansıyan özelliklerini gösterir. Yükselen burç, pek çok yönden, kişi ile dış dünya arasında meydana gelen ve bireysel kimliğin gelişimini sağlayan teması yansıtan bir semboldür. Dünyayı deneyimledikçe, yükselenimiz, yani dış dünyayla aramızdaki temas daha da kalıbına oturur. Pek çok astrolog, bir ailede ilk doğan çocuğun haritasına genellikle Güneş'in ya da Aslan burcunun yükselmekte olduğunu görmüşlerdir. Bu çocuklar ebeveynlerinin hayatında bir ilk olduklarından büyük bir ilgi görür, bir önemlilik ve kişisel güç dugyusu yaşarlar. Bu duyguyu hayatları boyunca taşırlar. Eğer haritada Yükselen'in gergin bir açısı varsa dış dünyayla temas konusunda, yani ilişkiler ve bireysel kimlik konusunda sorunlar ortaya çıkar ve kişinin değişim ve gelişiminde sürekli gerilimler yaşanır.
Bu durumda, doğum haritası aslında, içimizdeki çeşitli altkişilikleri gösteren bir harita olarak görülebilir. Hepimiz aynı parçalardan oluşmaktayız; tek fark bu parçaların herkeste farklı bir dizilişte olmasıdır. İdeal anlamda herkesin, belirli gezegenlere tekabül eden belirli altkişilikleri olduğu düşünülebilir. Fakat bence yaptığımız şey daha ziyade, gezegenleri ve bu gezegenlerin bulundukları burçları harmanlama yoluyla bunlardan bir kalıp oluşturmaktır. Psikolojik bir bileşim de muhtemelen astrolojik bir bileşimin, ya da bahsettiğimiz harmanlamaların bir dışavurumudur. Örneğin, bir doğum horoskobundaki Ay, Satürn ve Mars kavuşumunu ele alalım. Bu haritanın sahibi, bu üç unsurun bileşimi olan, belki de "girişken, hırslı anne" diye tanımlanabilecek güçlü bir altkişilik geliştirebilir. Güneş'i Neptün'le kare açı yapan bir kimsenin, "güçlü hayalperest" denebilecek bir altkişiliği olabilir. Diğer insanların bizde görecekleri ve deneyimleyecekleri şeyler ise, o anki duruma bağlıdır. Yani, karşımıza çıkan bir durumun üstesinden gelebilmemiz için gerekli olduğunu hissettiğimiz ya da inandığımız parçamız hangisiyse (bu her zaman kendi istediğimiz olmayabilir) ortaya koyarız. Hepimiz farklı insanların yanında birazcık farklı davranırız. Elbette bu, kulağa geldiği kadar basit birşey değildir ama burda bir gerçek vardır.
Şimdi bir an için psikolojiye geri dönelim. Birkaç yıl önce Leary ve Wilson, iki platform üzerinde işlemekte olan dört anabirimden oluşan ilginç bir kişilik modeli geliştirdiler. Bu birimler astrolojiyle oldukça uyuşmaktadır ve şimdi bunları kabaca sıralayacağım. Bunlardan ilki, "Hayatta kalma" (Bio-survival) birimi dedikleri, tamamen sezgisel, Astroloji'deki Ay'la örtüşen bir birimdir. Diğeri, Mars'la ilişkili olan Duygusal-mekancıl (Emotional-territorial) birimdir. Sembolik-zihinsel-manipülatif (Symbolic-mental-manipulative) birim Merkür'le ve Sosyoseksüel (Socio-sexual) birim de Venüs'le önemli bir paralellik gösteriyor. Leary ve Wilson'a göre bu dört birim, herbirimizin, üzerinde kişiliğimizi kurduğumuz temel kalıbı oluşturmaktadır. Bu bakış açısına göre kişilik, insanda varolan dört temel birim, ya da altkişilikten oluşmaktadır. Bu kişilik modeline göre çok fazla ya da çok az gelişmiş birimler, kişilik sapmaları ve dolayısıyla da sistemin tekrar dengelenmesini gerektiren sorunlara yol açmaktadır.
Leary ve Wilson'un modeli ile Freud'un modeli arasında bazı karşılaştırmalar yapılabilir. Freud'un ortaya koyduğu, insanın psikolojik gelişiminin oral, anal ve jenital aşamaları (ki altkişilikler bu aşamalarda oluşuyor olabilir), Hayatta kalma, Duygusal-mekancıl ve Sosyoseksüel birimlerle oldukça net bir şekilde uyuşmaktadır. Buradan öğrendiğimiz şey, herbir birimi belirli zamanlarda oluşturduğumuz ve her bir aşama ya da birimin oluşum başlangıcında yaşanan deneyimlerimizin, hayata karşı takındığımız tavrımız üzerinde bir etki yaptığıdır. Leary ve Wilson modelinin en dikkat çekici unsurlarından biri, üst bilincimizin gelişiminin, temel birimlerin gelişimine paralel olarak gerçekleştiğini kabul edişidir. Direkt olarak bir gezegen isimi belirtmeseler de, bana öyle geliyor ki Neptün, Hayatta kalma biriminin; Pluto Duygusal-mekancıl birimin ve Uranüs de Sembolik-zihinsel-manipülatif birimin üst uzantılarıdır. Astroloji'de yalnızca sosyoseksüel birimin üst oktavı hala bilinmiyor. Belki de yeni keşfedilecek bir gezegen bu boşluğu dolduracak.
Leary ve Wilson'un birey modeli sıradışı olmakla birlikte, üzerinde altkişiliklerin oluştuğu kesin bir takım yapılardan bahsetmektedir ve Astroloji'nin sembolizmiyle, diğer psikoloji teorisyenlerinin modellerinden çok daha fazla uyuşmaktadır. Gerçi hala Jüpiter, Satürn ve hatta Güneş'in etkilerine yönelik bir açıklama yoktur. Ama Batı psikolojisini bir kenara koyarsak, diğer geleneklerin, bizim kim olduğumuzla ilgili söyleyecek birşeyleri var mı acaba? Eski Maya ve Aztek astrolojisi üzerinde yaptığım araştırmamda farkettiğim şeylerden biri, onların sistemindeki sembollerin, insanın kişilik boyutunu düzgün bir şekilde özetleyen bir yönü oluşudur. Göründüğü kadarıyla, bu sistemin özünü oluşturan 20 günlük burçlardan herbiri arketipsel bir kişilik bileşimini ya da kalıbını tanımlamaktadır. Bu sistemde kişiliğin de belli sayıda alt-etkilere bölünmesinin yanında, gün-burçları da, bireylerin hayatındaki en temel konuları ve muhtemelen hakim altkişiliği tanımlıyor görünmektedir. Doğumumuzla birlikte bir parçamız olan arketipsel bir kalıpla örtüştüğünden, belki de Güneş burcumuz, gerçekten kişiliğimizdeki en güçlü, bizi hareket ettiren etkidir.
Peki, öyleyse biz kimiz? Doğum haritamızdaki Güneş miyiz? Yoksa Ay veya Yükselen mi? Yoksa haritamızdaki bir Merkür/Uranüs karesi miyiz? Biz bunların hepsiyiz, ancak herbiri belirli zamanlarda. Bir odaya girdiğimizde ve biriyle karşılaştığımızda Yükselen'imiziz. Başka insanlarla karşılaşmalarımızdaki karakteristik tepkilerimiz, doğumumuzdan beri sürekli gelişmektedir. Bir çeşit yarışmada olduğumuzu varsayalım; şimdi sıra Mars'ta. Eğer güçlü ve etkili bir Mars'ımız varsa, art arda verdiğimiz kişisel kararlar yoluyla, hayatımızı, kişiliğimizin bu yönü en belirgin özelliğimiz olacak biçimde şekillendirmiş olabiliriz. Bir sporcunun hayatı buna iyi bir örnektir. Güçlü bir Satürn, mesafe ve perspektife iytiyaç duyan, ve negatif olarak da korku ve güvensizlik duyan bir altkişilik oluşturabilir. Diğer altkişiliklerle işbirliği yapamazsa, bu altkişilik her çeşit karmaşık sorunlara yol açabilir ve eğer bu tür sorunlara rastlıyorsanız, Satürn'ün gergin bir konumda olduğuna ve haritanın geri kalanıyla uyumsuz olduğuna bahse girebilirsiniz. Doğum haritasındaki diğer gezegenler ve gezegen yerleşimleri, kimliğimizi meydana getiren diğer altkişiklerdir. Astroloji bizim tek, basit bir birey değil, bir kompleks (karışım) olduğumuzu kabul ederek işe başladığından, kendini bilme yolunda mükemmel bir yöntemdir. Zaten önemli olan da bu değil midir? Psikologlar ve psikoterapistler, lütfen bunu da dikkate alın.